Hakkımda

20 Aralık 2010 Pazartesi

TA TU TA...

Esteban'la Assos'a giderken Ayvacık köyünden geçmiştik. Yol kenarında gördüğümüz zeytinyağlarını tatmak için durduğumuzda elleri ojeli, ayağında spor ayakkabı, başında yazma, üstünde şalvar olan bir kadın eşek kovalıyordu. Çok şaşırdım. Sonra sorduk, Ta Tu Ta'dan bahsettiler bize.


TaTuTa, uzun adıyla "Ekolojik Çiftliklerde Tarım Turizmi, Gönüllü Bilgi ve TecrübeTakası"; Projesi, tatili deniz kıyısında güneşlenerek geçirmek yerine çiftlik yaşamını tercih edenler için yeni bir olanak.





Şehir hayatından sıkılıp tatilini doğa ile içiçe geçirmek isteyenlere yeni bir alternatif sunuluyor. Soframıza gelen ürünlerin kaynağından habersiz tüketicinin, üreticiyle buluşması olarak adlandırılan "TaTuTa Projesi" doğayla içiçe olmak isteyenleri bekliyor...

32 noktasında bulunan 69 çiftlik...

"TaTuTa Projesi" Erzurum'dan Samsun'a, Tokat'tan Antalya'ya, Çanakkale'den Fethiye'ye kadar Türkiye'nin farklı bölgelerindeki 32 ayrı noktada yürütülüyor.


Ayrıntılı bilgiye ve çiftliklerin listesine ulaşmak için http://www.bugday.org adresini ziyaret edebilirsiniz.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Çift Sarılı Protesto...

Benim her ne kadar aram olmasa da, son zamanlarda pek bir konuşulur oldu kendileri. Öğrenci protestolarında, Meclis'te, bakanlarin, gazetecilerin üstünde, başında, kelinde, göbeğinde. Herkes birşeyler söylüyor hakkında. Yok nimettir atılmaz, yok ekmek olmasa da o vardır, yok zengin fakir ayırmaz falan diye...

Benim sevgili sevgilim, 2004 yılında yumurtanın başka bir yüzünü alıp kısa film çekmişti. Bu kadar hakkında konuşulurken bizden birsey gelmezse olmazdı:)) Şimdi o yumurtaları tozlu raflardan (!) çıkarma vakti geldi.

Hep asi, sinirli, protestocu ya da hep sesi soluğu çıkmadan tavada, tabakta ööyylece duran birşey değil yumurta. Bu da bizim protestomuz..:) Iyi seyirler efenim...

Olur da videoyu izleyemezsiniz falan, panik yapmayın!!! Arkaniza yaslanıp sadece tıklayın...

7 Aralık 2010 Salı

İleri Demokrasi...

Bu blogu ilk açtiğimda "her türlü yaratici fikir, etkinlik, oluşum, kıpraşım ve çapraşım içindeki şeylerden sizleri haberdar edeceğim" demiştim. Ancak bu haber blogtaki diğer haberler gibi değil. Birkaç şey söylemeden geçemedim.

Geçtiğimiz hafta RTE'nin rektörlerle olan toplantısını biliyorsunuz. Orada verilen ileri demokrasi dersini de biliyorsunuz. Ama bilmediğinizi düşündüğüm birşey var. 19 yaşındaki hamile bir öğrencinin "hamileyim, vurmayın" dediği halde polis tekmesi ve jopuyla ölen bebeği... Yine bir öğrencinin karakola götürülüp, hastanelik edildiği...

Bu fotograflari burada yayinlamayacagim. İsterseniz güncel haber sitelerine bakabilirsiniz. Amacım provoke etmek değil. Bende bir öğrenciyim. Aynı protestoda haberim olsaydı hiç düşünmeden bende olurdum. Amacım sadece uyandırmak!!! Sesimin yettiğince, uzanabildiğim yere kadar sesimi duyurmak.

Haberi biraz araştırdığımda yandaş medyada 19 yaşındaki o kız için neler söylenmemiş ki. "19 yaşında kimden beydahlamış o çocuğu, hamile hamile protestoya mı gidilirmiş, ohh iyi olmuşmuş" daha neler neler... Herkes bazıları gibi susup oturmuyor diye, hakkını savunan insanlara söylenenlere bak. Helal olsun o arkadaşımıza. Ben gerçekten çok gururlandım o halde bile inandığının peşinden gitmesine...

Unutulmamalıdır ki, hamilelik bir hastalık değildir, toplumsal varlığınızı rölantiye almanız gereken bir durum hiç değildir. Haklarınızı aramak için uygun zaman ve koşulları ararsanız haksızlıklara boyun eğersiniz. Kimse kimseye hakkını teslim etmek için çaba sarf etmez, birey toplumdaki yerini ve haklarını kendisi alır. Bunların her zaman gümüş tepside sunulacağı sanılsa da bu çabalar kanlı ve acılı sonuçlanır. Yine dökülen bir kandan bahsediliyor hemde doğmamış bir bebeğin kanı, demokratikleşme söylemlerinin kapısı önünde demokratik bir hak olan gösteri yapma özgürlüğünün çok görüldüğü bir kadının bebeği.

Yaşı kimseyi ilgilendirmeyen bir kadın, "19 yaşında hamile mi kalınır" derken 12 yaşında berdele verilen kızları unutan zihniyetle dolu heryer. İçinde taşıdığı bebeğin kimden olduğu, kadının yaşı, işi gücü değil onların derdi, hükmedemedikleri yerin onları olmaması işin aslı. Onlar gibi yaşamıyorsa ölmeli herkes ve herkes onlar gibi yaşamalı, yaşamalı ki atlarını oynatabilsinler süslü cümlelerle sahte toplantı masalarında.
İnsanlığa sığmayacak olaydır bu. Zaten tv.de izlediğimde kanım dondu. Bir dağdan inen teröristlerin nasıl karşılandığına baktım, bir de protestonun yasal hakkı olan, pırıl pırıl öğrencilerin gördüğü muameleye baktım...
Orada kuzu kuzu RTE'yi dinleyen rektörlerin öğrencileri dışarıda polisten ölesiye dayak yerken, kendilerini nasıl hissettiklerini merak ettim. Bu konuda yazılacak inanin cok sey var. Ben sadece ATAM'dan sözlerle yazıyı tamamlayacağım. Kim olduğunuzu, nereden geldiğinizi, nasıl bu vatana kavuştuğunuzu unutmayın... Gerisi size kalmış...

"Siz genç arkadaşlar, yorulmadan beni takip etmeye söz vermişsiniz. İşte ben özellikle bu sözden çok duygulandım.Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu ? Elbette yorulacaksınız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her canlı için doğal bir durumdur. Fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir kuvvet vardır ki, işte bu kuvvet yorulanları dinlendirmeden yürütür. Sizler, yani, yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz... dinlenmemek üzere yürümeğe karar verenler asla ve asla yorulmazlar. Türk Gençliği gayeye, bizim yüksek idealimize durmadan, yorulmadan yürüyecektir."
"Her kafanın anlamaktan aciz olduğu yüksek bir varlıktır gençlik"

"Rica ile, merhamet dilenmekle bir millet ve devletin şeref ve istiklâli kurtarılmaz. Türk milleti, gelecek nesiller için bunu unutmamalıdır."

"Gençliğe Hitabe"


"Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk'ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün batı teknikte bir üstünlük gösteriyorsa, ey Türk Çocuğu, o kabahat da senin değil, senden öncekilerin affedilmez ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! .. Bu belli. Fakat zekânı unut! .. Daima çalışkan ol..."
RAHAT UYU ATAM, BİZ DAHA ÖLMEDİK...

3 Aralık 2010 Cuma

MÜZİK ENGEL TANIMAZ...

Bugün Dünya Engelliler Günü...

Geçen hafta işyerime bir davetiye geldi. Müşterim Vodafone'dan özel bir davet içindi.

1 Aralık 2010 Çarşamba akşamı Türkiye Vodafone Vakfı ve Düşler Akademisi'nin ortak projesi olan Social Inclusion Band grubunun özel bir konseriydi. Öyle güzel bir davetti ki keşke sizler de katılabilseydiniz...


Popçu Bengü ve Cahit Berkay da bu projeye destek olmuşlar. 3 görme engelli, 1 otistik ve bir de down sendromlu gencin oluşturduğu 5 kisilik orkestraya 4 tane de profesyonel müzisyen eşlik ediyordu.

Otistik olan arkadaşımız Kaan'a bayıldım. Hepsi cok iyiydi ama Kaan'nın işi daha zordu. Çünkü ellerine hakim olmakta zorlanıyordu. Ama inanılamayacak derecede ritim tutup, enstürman çalıyorlar.


En soldaki Kaan, yanindaki Emir ve en soldaki de Şilay.


Solda oturan Orhan ve sağdaki Ezgi.

Şunu söylemeliyim ki, onları ilk kez sahnede gördüğünüzde içiniz burkuluyor ama sonra onlarla gurur duyup hayata nasıl tutunduklarını görünce bu kez kendiniz için üzülmeye başlıyorsunuz, ne kadar boş yaşıyorum, nelere üzülüyorum diye.

Düşler Akademisi, engelli ve sosyal dezavantajlı gençler için yepyeni bir kariyer ve deneyim oluşturmayı öngören bir sanat akademisi. Ben o akşamdan sonra hemen Düşler Akademisi'nde gönüllü oldum. Siz de internet sitesinden gönüllü olabilir, derslerine girip onlara ve öğretmenlerine yardimci olabilir, akademideki atölyelerde uzman olduğunuz atölye çalışması varsa belki ders bile verebilirsiniz.



Ritim tutup onlara eşlik edelim diye ellerimize bir çift marakas verdiler. Hem eğlendik hem de hayatın başka bir yüzünü daha öğrendik... Siz de engel tanımayın ve destek olun...





8 Kasım 2010 Pazartesi

DÜNYANIN EN DEVRİMCİ BALIĞI

Öyle bildiğiniz balıklardan değil bu kara balık. “Küçük balık denizi düşünüyordu. bu düşünce onun zihninde birgün gerçekleştireceği bir amaçtı. ona göre hayat yalnızca yemek, uyumak, küçücük; dünya sandığı gölde yaşamak değildi.” 

 Önce yazardan bahsedelim biraz...

Samed Behrengi, benim hayata bakışımı belirlediğini söyleyebileceğim üç adamdan biridir. 1939′da, Azerbaycan’ın fakir bir köyünde, sayısını bilmediği kadar çok kardeşinin bulunduğu bir evde doğdu. Doğduğunda, annesinin yanı başında ne bir doktor ne de bir ebe vardı. İlk ayakkabısına altı yaşında, ilkokula başlayacağı hafta sahip oldu.

İlkokulu birincilikle bitirdi. İşçi kökenli bir aileden geliyordu ve dünyanın en eski üçüncü komünist partisine sahip olan İran’da sosyalist eğilimlerle büyüdü. Liseyi bitirdiğinde, Tudeh’e (İran Komünist Partisi) olan sempatisini saklamıyordu. 1957′de yani öğretmenlik okulundan 18 yaşında mezun olur olmaz, İran’ın en fakir köylerinde öğretmenlik yapmak için gönüllü olur. Doğup büyüdüğü Azerbaycan’ın fakir köylerine geri döndüğünde, yine tek bir çift ayakkabısı vardır…

18 yaşındaki bu genç, Azerbaycan’ın henüz elektrik girmemiş fakir köylerinde öğretmenlik yapmaya, çocuklara okuma yazmayı öğretmeye başlar. Öğretmenlik yapsın diye gönderildiği bazı köylerde bırakın sırayı, karatahta ve hatta okulun kendisi bile ortada yoktur!

İyi ama karatahtasız nasıl ders verilebilir ki? Samed Behrengi zorluklardan yılmaz. Azeri çocuklarına “dünyanın en güzel masallarını” anlatmaya başlar. Masallarında derenin ötesindeki nehri, nehrin ötesindeki denizi hayal eden kara balık; bir karga ailesiyle dost olan küçük çocuklar; karıncalarla güneşle konuşan bir şeftali ağacının öyküsü vardır…

Behrengi’nin masallarında kötüler de vardır elbet… Bir varmış bir yokmuşlarda, aslında uzun süre var olmayacak “kötü yürekli şah”lar vardır, hain testere balıkları, kötü büyük adamlar…

Behrengi’nin masallarındaki “kötü adam”ın kendisine benzediğini düşünen İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi, 1968′in sonbaharında ajanlarına bu masal anlatan adamı öldürtür. Aras Nehri’nin kıyısında boğulmuş olarak bulunan Samed Behrengi, sadece ve sadece 29 yaşındadır…

Samed Behrengi’nin biyografisine bu cinayet, çok can yakıcı bir deyim ile geçer: “…Bir kaşık suda boğuldu.”

Samed Behrengi’den geriye, sadece masallar kaldı. Küçük Kara Balık, Bir Şeftali Bin Şeftali, Kargalar, Bu Gelen Köroğlu’dur gibi çok sayıda masal kitabı 70 kadar dile çevrilip, dünyanın dört bir yanında yayınlandı.

Kitaba gelince...

Samed Behrengi'nin en ünlü iki kitabından biri olan Küçük Kara Balık, 12 Eylül Darbesi sürecinde Türkiye'de yasaklandığı gibi, halen İran'da da yasaklı kitaplar listesinde bulunmaktadır. Behrengi, bu kitapla dünyanın birçok yerinde tanındı ve sevildi, diğer önemli eseri olan Bir Şeftali Bin Şeftali de Küçük Kara Balık kadar tutulmuştur. Bu yapıt, Bratislava ve Bolonga Dünya Çocuk Kitapları Fuarlarında ödüller almış, farklı çevirmenler tarafından Türkçeleştirilmiş olup, Türkiye'de ilk basımı 1975 yılında olmuştur. Küçük Kara Balık, Mehmet Sönmez'in çizimleriyle nitelikli bir anlam kazanmış olup, her yaştan okuyucuları tarafından "Dünyanın en devrimci balığı" olarak yorumlanmaktadır.

Denizin en derin sularında yaşayan yaşlı bir balığın, 12.000 çocuğu ve torununa anlattığı öyküde, bir ırmakta yaşayan küçük kara balığın, çevresindeki bütün baskılara, tutucu düşünce yapısına karşı, denize, özgürlüğe ulaşma çabası, karşılaştığı zorluklara karşı direnerek yaşamı pahasına amacına ulaşmasını ve geride kalıp onu engellemeye çalışan bütün balıklara yol gösterici olması anlatılmaktadır.

Çocuklar bu kitapta Kara Balık'ın mücadelesine şahit olacaklar ve hayatta karşılaşacakları güçlüklerle başa çıkmanın ne kadar büyük bir erdem olduğunu öğrenecekler. Kitap, 7 yaş ve üstü çocuklara yönelik. 

Çocuklara temel ihtiyaçlardan sonra öğretilecek en önemli şey inandıkları uğruna mücadele etmektir. Bu inanç, sadece ebeveynle değil, öğretmenlerle de desteklenmelidir. Güzel ve mücadeleci bir nesil için bu kitabı çocuğunuza, öğrencinize, kardeşinize kısacası tanıdığınız bütün çocuklara okumanızı, okutmanızı tavsiye ederim.




2 Kasım 2010 Salı

TURKCELL'İN DESTEK GÜCÜ...

Kim ne derse desin, Turkcell büyük marka mirim... Çıkarın aklınızdan tarifeleri, yüksek gelen faturaları, kazıklanma psikolojisindan çıkın... Bir de bu yönüyle bakın Turkcell'e. İnsanın "bana bunlarla gel" dediği nokta.

Öyle güzel bir şey yapmışlar ki, eminim yazıyı okuyan yaratıcı öğretmenlerimize büyük fikirlerin kapısını açacak bu proje. Yine anlayana yani :)

Yaklaşık 600 Turkcell çalışanı her ay maaşlarından bağış yaparak hayatlarında ilk kez tatil, yüzme, fen laboratuvarı, oyun alanı ya da sıcacık giysilere kavuşan binlerce çocuğun mutlu olmasını sağlıyormış. Son olarak kurdukları Merak Odası’nda da İstanbul’un yoksul semtlerindeki ilköğretim çocuklarını eğlendirerek bilgilendiriyorlarmış.


Bu proje, hani şu "Merak ne güzel şey, güzel şey merak" konseptinden doğmuş. Akıllarına ne gelirse sorabiliyormuş çocuklar.

Her hafta salı ve perşembe günleri 10.30 ve 14.30 saatlerinde iki parti halinde öğrenciler Merak Odası’na geliyor. Uzayda hayat, Lego dünyası, fotoğraf, çevre, sosyal medya, keşifler gibi konularda interaktif sunumlar yapılıyor. Her oturuma katılan 25-30 öğrenci, özellikle yoksul semt ilköğretim okullarından seçiliyor.


Turkcell İş Geliştirme Uzmanı Dr. Vadi Dipçin, uzayı anlatmak için Merak Odası’nda. Mühendislik mezunu. Çok sayıdaki Turkcell Gönüllüsü gibi çocuklarla doğru diyalog kurmak için ders almış. Biz bu konuda yeteri kadar şanslıyız. Bu bölümü okuyoruz ve birçoğumuz bu alanda çalışıyoruz bile.

"Aaa ne güzel proje" diyip geçmeyin lütfen. Kendinize pay çıkarın. Turkcell gibi organize olup, büyük paralar vermeye gerek yok çocukların merakını doğru yönlendirip, onları yaratıcı olmaya teşvik etmek için.

Şimdi haberin ayrıntılarını okumak için tıklayın lütfen. Eğer herhangi bir insan değilsen, gerçekten birsey yapmak için midende bir heyecan hissedeceksin...

28 Ekim 2010 Perşembe

BEN DE EYLEMDEYİM!

Nükleer enerji, yaşadığımız topraklar için büyük bir tehlikedir ve geleceğimizi tehdit etmektedir. Nükleere kesinlikle karşıyım. Pahalı, kirli, verimsiz ve çok tehlikeli bir enerji kaynağı. İlle de enerjiyse, yenilebilir enerji kaynaklarını kullanalım.


58 eylemci, 170.000 imzayı Meclis'e taşımaktan 1,5 ila 3 yıl arası  hapis istemiyle yargılanıyor. Ben de bir GreenPeace gönüllüsü olarak onlara destek olmak için "Ben de Eylemdeyim" kampanyasına katıldım.

Susmayın, göz yummayın. Bu dünyada yaşıyorsanız sessiz kalmayın. Aksi halde yarınlara hesap vereceksiniz...

13 Ekim 2010 Çarşamba

Kanserli Çocuklara Umut Konseri...

KANSERLİ ÇOCUKLARA UMUT KONSERİ için hepimizin desteğine ihtiyaçları var.

Biletler BİLETİX'te satılıyor. Toplu bilet alımı için, Vakfın 0212 267 21 44 - 0212 275 43 70 nolu telefonlarından Arzu Mildan ile irtibata geçebilirsiniz.

1 Kasım'da görüşmek üzere...

7 Ekim 2010 Perşembe

RTÜK'ten "İyi Uykular Çocuklar"...

Kuzucuklarrıııımmm....
80'li yıllarda Adile Naşit'in akşam haberlerinden önce çocuklara böyle hitap edermiş. Ardından o gün yaramazlık yapan ve aferin alan çocukların isim listesi gelirmiş. Ne çok beklermis kendi isimleri ösylensin diye o gün yaramazlık yapmayan çocukların listesinde.

Şimdi de, Adile Naşit'ten masallar dinleyerek yetişen bu neslin anısına, çocuklara armağan edildiği belirtilen proje kapsamında, Akıllı İşaretler Sembol Sisteminin sevimli logosu ''Tele'''nin, ekran başındaki çocuklara artık uyumalarını hatırlattığı üç canlandırma (çizgi animasyon) tüm kanallarda yarından sonra 21.30'dan itibaren bant reklam formunda ve sessiz olarak ekrana gelecekmiş.  

Kanalların günlük yayın akışını kesmeden ekrana getirecekleri canlandırmalarda, sevimli logo ''Tele'' uykuya dalarken, bantta ''İyi Uykular Çocuklar'', ''Haydi Çocuklar Uykuya'' ve ''Bugünlük Televizyon Yeter, Bütün Çocuklara İyi Geceler'' yazıları belirecekmiş. RTÜK, TVYD ve ulusal televizyon kuruluşlarının işbirliği ile oluşturulan ''İyi Uykular Çocuklar Projesi'', okul öncesi ve ilköğretim çağı çocuklarına erken yatma alışkanlığı kazandırılmasını, anne ve babaların bu konudaki duyarlılıklarının artırılmasını ve çocukların geç saatlerdeki televizyon yayınlarının olası zararlı etkilerinden korunmasını amaçlıyormuş.

Proje kapsamında, üç canlandırmanın yanı sıra, uykunun çocuklar için önemini anlatan dört spot film hazırlanmış. Spot filmlerde, Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu ile Hacette Üniversitesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhunde Öktem anne ve babalara; Tiyatro Sanatçısı Metin Akpınar ile eski Milli Basketbolcu İbrahim Kutluay ise çocuklara sesleniyormuş.

Ya bu isimleri çocuklar nerden tanıyor allah aşkına yaa... Anne-babalar için isimler iyi, ancak çocuklar için isimler olmamış bence. Koyun oraya Arda Turan'ı, Keremcem'i, Bez Bebek dizisinin ana karakteri Nana'yı, bakın nasıl uykuya dalıyorlar...Aşağıdaki linkte bir Adile Naşit'in "Uykudan Önce" programının linki var. Yarından sonra da RTÜK'ün spotlarını da izleyin, siz karar verin hangisi uykuya götürür :))

Neredeee kuzucuklarım diyen "Masalcı Teyze" Adile Naşit, nerede "Sayın anne-babalar" diyen bu isimler. Umarım çocuklar kabus görmez :)))

6 Ekim 2010 Çarşamba

Büyümi-Caz...

Biz böyle şanslı mıydık yahu? Bizim için yapılır mıydı böyle etkinlikler? Şimdiki çocuklar gerçekten çok şanslı mirim...Bir müzik pedagogumuz bilem yoktu...

9 Ekim 2010 Cumartesi günü, Ezo Sunal Çocuk Atölyesi'nin "Çocuklarla Caz" atölye çalışması var. Orff Yaklaşımı'na dayalı olarak yapılacak bu atölye çalışmasında, en temel caz ritmi olan swing, beden perküsyonu, tekerlemeler ve oyunlarla çocuklara tanıtılacak. Detayları buradan öğrenebilirsiniz.
Buradan yetkililere sesleniyorum; "Geç kalmış değilsiniz, n'olur bizi de götürrüüüüünnn :(((" Ya da bir akşam ders yapmayalım hep beraber gidelim... :))

5 Ekim 2010 Salı

Bir Kaşık Kukla...

Mesela, yemek yemeyen bir çocuk... Artık "uçak geliyooorr"'larla çocuklara yemek yedirmeniz çok zor şu devirde. Sonra çocuk uçak gördüğünde hayal kırıklığına uğrayabilir :))

Yaratıcı olmak gerek ve bunu yaparken de çocuğun eğlenmesini sağlamalı. Sadece yemek yeme sorunu olan bir çocuk da değil, anaokulunda arkadaşıyla kavga eden bir çocuğunuza bunun yanlış olduğunu anlatmak da inanın bir o kadar zor...

İşte bu gibi ufak sorunlarınızı çözmek için bir fırsat. Basit bir kuklayla bu sorunlarınızı çözebilirsiniz. Hem de evde çok basit malzemeler kullanarak. Çocuklara kuklaları konuşturarak ufak sorunlarınızı çözebilirsiniz...

Çocuğunuz sizi elinizde tabak-kaşıkla her gördüğünde ağlamaya başlıyorsa, bilin ki birseyler yapmanın zamanı gelmiştir. Bence bunu denemelisiniz :))



Yapımını, Buradan izleyebilirsiniz...

4 Ekim 2010 Pazartesi

İşte Ben...

Herkese merhaba, ben aslinda önceleri kendi halinde, sonralari fikrinin sularına düşmüş bir taşı çıkartmakla uğraşırken birden kendini her alandaki yaratıcı fikirle uğraşırken bulmuş, Esteban'ın da söylediği gibi "Üretmek Önemlidir" diyip yola çıkmış biriyim. Bu blogda her türlü yaratici fikir, etkinlik, oluşum, kıpraşım ve çapraşım içindeki şeylerden sizleri haberdar edeceğim. Eminim bu fikirler karşısında kayıtsız kalamayacaksınız...
 
Copyright 2009 Adam Olacak Fikirler. Powered by Blogger
Blogger Templates created by Deluxe Templates
Wordpress by Wpthemesfree